Yılmaz Özdil’le geçen anınız var mı diye sormuş; blog sayfamızın müdavimlerinden Yavuz kardeşimiz, olmaz mı. Benim ömrüm Yılmaz, Emin ve Bekir’le geçti. Gerçi Hıncal’la da yaşadıklarımız var fakat onlar pek anlatılacak şeyler değil(+18).
Yılmaz Özdil’in kalabalıklardan neden çok korktuğunu (örnek: %47 kadar kalabalığa korkudan bağırıp çağırması gibi.) başımızdan geçen bir olayla anlatayım. Bendeniz iyi bir Fenerbahçeliyim, Yılmaz da o zamanlar küçük, onu da Fenerbahçeli yapayım diye uğraşıyorum. Dedim ki seni maça götüreyim Kadıköy’e, olur dedi gidelim. Hafta içi Türkiye kupası maçıydı sanırım. Ben biletleri iki gün önceden aldım. Maç günü Aksaray’dan otobüsle Sirkeci’ye geldik, vapurla Kadıköye geçmek için jetonlarımızı alıp turnikelerden geçip vapurun yanaşmasını beklemeye başladık. O kadar çok yolcu varki, bekleme salonunda havasız kalmaya başladık. Sonunda vapur yanaştı, gelen yolcular tahliye olmaya başladı. Tahliye işlemi bitince önümüzdeki büyük sürgülü kapılar açıldı. Bir anda herkes vapura hucum etmeye başladı. Yılmaz küçük, birazda tombalak, kalabalığın içinde yere düştü. At sürüsü gibi herkes üzerinden geçti. Bizim Yılmaz’ın altta kaldığı saniyelerde bazı aletleri ezildi, kırıldı, kullanılmaz hale geldi (gözlük,kalem v.s.). Ben bu olayın onda kaybettirdiklerini daha sonra öğrendim. Gerçi başlarda tahmin etmiştim, fakat yine de düzelir diye düşünmüştüm.
Evet, Yılmaz’ın kalemi kırılmıştı, artık kalemini kullanamıyordu. Onun depresyon halini bir ben bilirim, birde Allah. Burdan ona seslenmek istiyorum; Sevgili Yılmaz, Allah kimine kalem, kimine de kalemtraş olma görevi vermiş, dünya imtihan dünyası, bugün kalemsin yarın kalemtraş, önemli olan kalemtraş olduğunda da bundan keyif alabilmen. Alıyor musun bilemiyorum ama sanırım alıyorsun.İşte bu yüzdendir ki Yılmaz Özdil agorafobi olmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder